Anadolu’nun kalbinde olup da bu kadar Avrupai bir duruş sergileyebilmek, üniversite öğrencilerinin gönlünde taht kurabilmek ve üstüne üstlük yerli kültür turizmini bu denli canlı kılabilmek öyle her şehre özgü bir durum değil. Bir de tarihi dokusunu koruyabilmesi bir yana, Eskişehir’in sürekli değişip yenilenebilen de bir yüzü var. Öyle ya, bundan uzun yıllar önce, Porsuk Nehri’nin gondollarıyla Venedik’in Türkiye şubesi olacağını hayal edebilir miydik? Peki Odunpazarı’ndaki cam sanatları müzesine ne demeli?
Öğrencilik yıllarımda arkadaşlarımın kapısını çaldığım bu güzel şehirde artık yerli turist gibi sokakları arşınlıyor ve tadıyla bana yıllar öncesini hatırlatan çiböreği yiyorum. Mevsimlerden kışsa, hele bi de enerjiye ihtiyacım varsa yeşil mercimek ve nohutun buluştuğu göceli tarhanadan içiyorum. Bu şehri her ziyaret edişimde, mısralarında sevgiden ilham alan ve okudukça kalbimize iyi gelen Yunus Emre’nin, bizi çocukluğumuzdan beri anekdotlarıyla kahkahalara boğan ve aynı zamanda düşündüren Sivrihisarlı Nasrettin Hoca’nın izlerini takip etmek ne müthiş bir keyif! Eskişehir seyahatlerimde kaleme aldığım gezi notlarını gizli defterimden çıkarıp paylaşma zamanı geldi de geçiyordu bile. Buyurun benim gözümden bu nazlı şehir…